KUR'AN-I KERİM NASIL BİR KİTAPTIR?

Evrenlerin rabbinden olan ( Yunus/37)
Ayetleri açıklandırılıp, detaylandırılmış ( Hud/1)
Erdemliler için yol gösterici ( Bakara/2)
Kutlu bir kitap (En'am/155)
Halkı karanlıktan aydınlığa çıkartan, güçlü ve övgüye layık olan ( İbrahim/1)
Ayetleri açıklanmış (Fussillet/3)
Üstün (Fusillet/3)
Eksik bırakılmamış, her şey anlatılmış ( En'am/38)
Eğriliğe yer verilmemiş ( Kehf/1)
Gerçeği içeren (Bakara/176)
Yasa kitabı ( Bakara/185)
Bazı ayetleri kesin anlamlı (Muhkem) bazıları benzer anlamlı (Müteşabih) (Al-i imran /7)
Kendinden öncekileri doğrulayan, onların yerine geçen, gerçekleri kapsayıcı ( Maide/48)
Detaylandırılmış ( En'am/114)
Bilgiyle detaylandırılmış, inanan toplumlar için yol gösterici ve rahmet (Araf/52)
Her şeyi açıklayan, yol gösteren rahmet ve müjde ( Nahl/89)
İnsanlara karşı mesaj içeren (Enbiya/10)
İnanan için rahmet  ve öğüt dolu ( Ankebut /51)
Gerçek ve adaletle inen (Şura/17)
Allah'ın sözü, tutarlı ve ikişerli ( Zumer/23)
Benzeri yapılamayan ( İsra / 88)
Geleceğin haberleri çeşitli biçimde açıklanan (Ta-ha/113)
Tüm dünyaya bir mesaj (Sad/87)
Çelişki olmayan (Nisa/82)
Ulaştığı herkesi uyaran (En'am/19)
Kendisinden önce inen kitapları açıklayan ( Yunus/37)
En güzel anlatımla tarihi aktaran ( Yusuf/3)
En iyi yola ulaştıran, erdemli davranan müminleri ödülle müjdeleyen (İsra/9)
İnanalar için şifa ve rahmet kaynağı (İsra/82)
İçerisinde her türlü örneği olan ( İsra /89)
İsrailoğullarının hala tartışmakta olduğu birçok konuyu anlatandır ( Neml/76)
Bilgedir (Ya-sin/2)
Kusursuz bir dile sahip (Sura/7)
Şanlı (Kaf/1)
Mesaj için kolaylaştırılmış ( Kamer/22)
Onurlu (Vakıa/77)
İlginç (Cin/1)
Üzerinde 19 olan ( Müddesir/30)


Ben acıdan besleniyorum, ben kaybedilmiş aşklardan,
Ben, dizi yara bağlamış kara kuru çocuklardan,
Yarayı soyup üzerine tuz basmış adamlardan,
Bir ikindi vakti köşedeki sokağın başında hatırlanandan
En çok babasını seven şairlerin iki dizelik aşklarından,
‘’Keşke böyle olmasaydı’’ dedirten pişmanlıktan,
di’li geçmiş zamanlı mutluluktan,
Buldum sanılan yanılgıdan,
Geç gelen tanışıklıktan,
Hüzünlerden besleniyorum ben,
Eylül ile başlayan.
 

      KURAN MÜSLÜMANI



Kuran Müslümanı, bir kelimenin verdiği güce, içten edilen duanın kabulüne, hak edenin hak ettiğini göreceğine inanır. Allah’tan başka ne dostu ne de bir yol göstericisi vardır. Ne bu dünyada yaşadığı iyi şeylerin cazibesine kapılır ne de kötü dediğinin vurabileceğine. Kundak ile kefen arasında geçen hayatın bir gün ya da daha az geleceği sanrısındadır.

Kuran Müslümanı sınırlarını bilir. Affetmenin ve öfkeyi kontrol etmenin kendi hayrına olduğunu da. Kuran okurken kendisiyle, -kendi noksanlığı, aceleciliği, sabırsızlığı, cehaleti ile- yüzleşir. Çünkü gerçek dostu Kuran’dır ve bilir ki acıyı söylemesi bundandır.

Kıblesi Allah, pusulası Kuran’dır. Allah’a ortak koşanlardan, fırkalara ayrılanlardan, hadis kitaplarının içinde 'hadis yazmayı yasaklayan’’ buna rağmen bu hadislere inanan akıl yoksunlarından Allah’a sığınır.

Rivayetçi değil ayetçidir. Muhatabı insanlar değil, bizzat Allah’ın kendisidir. Sadece Kuran yeter der ve delil olarak da öğüt olarak da ayetleri getirir.

‘’Bu bir kitaptır ki, rabbinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, o övgüye layık, aziz olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.’’
İbrahim / 1

‘’Bu kitabı sana indirmiş olmamız ve kendilerine okunması onlara yetmez mi? Bunda inanan bir toplum için bir rahmet ve öğüt vardır.’’
Ankebut / 51

‘’Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, müslümanlara bir müjde olarak indirdik.'’ 
Nahl /89

‘’Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. En iyi işiten, en iyi bilendir o.’’ 
En'am / 115 

‘’Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür." 
Kehf /54

Kuran’da geçen konuların eksiksiz, detaylı, açık, anlaşılır ve yeterli olduğundan şüphe duymaz. Çünkü bilir ki kitabı koruma vaadi Allah’a aittir. Bunun için geçerli ve tek sebebi yine kuranın kendisidir.

“Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz”
Hicr / 9

‘’Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.’’
En'am / 38  

‘’Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır’’
Bakara / 118 

‘’İyice araştırıp kavrayan bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık.’’
En'am /98

‘’Bunları Kuran’da türlü türlü şekillerde açıkladık ki öğüt alıp hatırlasınlar. Fakat bu sadece kaçışlarını artırıyor. 
İsra /41

‘’Andolsun bu Kuran’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler.’’ 
İsra /89

‘’Bak iyice kavramaları için ayetleri nasıl türlü şekillerde açıklıyoruz’’ 
En’am / 65

‘’Bilgiyle uzun uzadıya, etraflıca açıkladığımız, inanan bir toplum için doğruya iletici ve rahmet olan bir kitab’ı onlara getirdik’’
Araf/52

‘’Andolsun ki size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden örnekler ve korunup, sakınanlar için de bir öğüt indirdik.
Nur / 34

‘’Bu bir kitaptır ki, hakim ve her şeyden haberdar olan, ayetlerini hüküm ifade edici kılmış ve sonra detaylandırıp açıklamıştır.’’
Hud/1

Dinin tek kaynağı kuransa ve kendisinden sorumlu tutulacağımızı Allah söylüyorsa dini apaçık sadece kurandan öğrenmeye çalışır. Bunun dışında kaynak arayıp dine sokmak yersiz bir çabadır, yazıktır.

‘’Hüküm yalnız Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar.’’ 
Yusuf / 40

‘’Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Rabbin’in kitabından sana vahiy edileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur.’’ 
Kehf/27

‘’Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?’’ 
Ankebut / 51

‘’Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım’’
En’am/114

"Elif Lâm Râ. Bu Kur'an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (de ki:) "şüphesiz ben size o'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim" 
Hud /1

‘’Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah'tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?" 
Casiye / 6



Gelenekçilik ve mezhepçiliğin inancın bir gereği olduğunu düşünmez. Atalardan kalan ve hoşlarına gitmeyen bir şeyi dine uydurmak amacıyla uydurulmuş olduğunu bilir. Kadını himayede tutmak, iktidar kazanmak ve nice dünyevi hırslar için uydurulmuş, hiçbir güvenilir dayanağı olmayan, Kuran ile zıt düşebilen, üstelik bu sözlerin altına peygamberin imzasını atmaktan çekinmeyecek kadar din bilmez, Allah' tan korkmazlardan Allah’a sığınır.

‘’Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de: "yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız." dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?’' 
Bakara /170

"De ki: "Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?" yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaadetmezler" 
Fatır / 40

‘’Onların tarihinde, bilinç sahipleri için bir ders vardır. Bu, uydurma bir "hadis" değil; fakat kendisinden öncekilerin doğrulayıcısı, "her şeyin detaylı açıklaması" ve "inananlar için" bir hidayet ve rahmettir" 
Yusuf / 111

İnsanlardan bazısı var ki, halkı bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu hafife almak için temelsiz hadislere sarılırlar. onlar için aşağılayıcı bir azap vardır." 
Lokman /6


Allah’ın kurandaki vahyine uyar ve vahyi tebliğ eden Kuran müslümanı peygamberin yolunda gidendir. Çünkü Peygamberin sadece vahyi ilettiğini ve ona uyduğunu bilir. ‘’Peygambere uymak Kurana uymaktır’’ der. Kendisinin din günündeki serzenişinden‘’Ey rabbim! benim toplumum bu Kuran’ı terk ettiler’’ Furkan /30 yine Allah’a sığınır.

‘’Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!" sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz? 
En’am /50

‘’Onlara bir ayet getirmediğinde, "Onu da şuradan buradan derleseydin ya," diye konuşurlar. De ki: "Ben sadece rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir."
Araf /203

"De ki: "Ben size, ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır' demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘ben bir meleğim' de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum." de ki: "Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?" 
En'am / 50

"Ben size rabbimin vahiy ettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum." 
Araf / 62

"Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir."
 Necm / 4

"Ey Muhammed! Sen, rabbinden sana vahiy edilene uy. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah'a ortak koşanlardan yüz çevir.
Enam / 106

"De ki: "Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sâdece bana vahyedilene uyarım. Ben sâdece apaçık bir uyarıcıyım"
Ahkaf / 9

‘’Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda bizimle karşılaşmayı ummayanlar derler ki: “bundan başka bir kuran getir veya bunu değiştir.” de ki: “benim onu kendiliğimden değiştirmem asla mümkün değildir. ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Eğer rabbime isyan edersem büyük günün azabından korkarım.”
Yunus / 15

‘’Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. o halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer''
Rad / 40

‘’Elçilere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.''
 Nahl /35

‘’Yine de yüz çevirirlerse artık sana düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.’’
Nahl /82

‘’Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.’’
Ankebut /18

‘’Yüz çevirirlerse, biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.’’
Şura /48


BAZEN OLUR ÖYLE



İnsan bazen kaybeder. 
Evini, parasını, ailesini, işini, arkadaşını, aklını, kendini… 

İnsan, bazen çoklu travmalardan geçer.  
Teke tek savaşta yenilmezsin de dertlerin toplaşıp gelmeleri yere serer. Ayağa kalkmak zaman alır ama kalkarsın. Hayat bu, kaldırır. Kalkmazsan yara alırsın. Hayat, kalbinden aldığın yarayla vurur en çok ona iyi bakarsın.

Hep gidici kadınları seversin ya da hiç gelmeyecekleri. İmkansızlara meyillisindir. Uzaktan seversin, içinden seversin, sessiz sakin seversin. Sevmese de seversin. Ve çoğu zaman sevsen de sevmezden gelirsin. Elin kolun bağlıdır elini tutamazsın, ayağına olmazlar dolanmıştır bir adım atamazsın. Gözleri gözlerine değince felaketin olur ağlarsın. Seni sevmediğini bilir, başkasını sevdiğini duymazdan gelir, ''Üçüncü şahıs'' olur bir şiirde yerini alırsın.

Seni sever sanırsın, anlar sanırsın, kayıp parçamdı buldum sanırsın, o varken hiçbir şeyi ciddiye almam sanırsın. Sonra başını alıp öyle bir gider ki hiç yara almam dediğin yerden kırılsın. Bu yaralar fiziksel değil, bu yaralar ruhsal. Yara içimizde. Yara vicdanın en darbe almaz, en korunaklı dediğimiz yerinde. Bu yaralar sayesinde ciddileşmeye başlarsın.  

Bazen yaşatmazlar. Koskoca ülkede gün gelir sana yer olmadığını anlarsın. İstenmiyorum sanırsın. Sevilmiyorum sanırsın. Kötü insanların nasıl olur da mutluluktan mutluluğa koştuğunu anlamazsın. Herkes doğru bir ben mi yanlışım der kendini sorgularsın.

Herkes değişiyor, zamana ayak uyduruyor, bulunduğu kabın şeklini alıyor sen sadece uzaktan bakıyorsun. Değişmiyorsun. Onlar gibi değilsin olamıyorsun. Onlara benzemek de istemiyorsun. Hayal ediyorsun. Belki bir gün bir yerde, kendin gibilerle karşılaşıyorsun. Hayallerinizin ortaklığı az biraz cesaretlendiriyor seni. Gün gelecek diyorsun; gün gelecek doğu batıya, varoş kente, çirkin güzele, iyi kötüye galip gelecek. Buna inanıyorsun.

Sonra bir gün bir şey olur ve rengarenk bir ülke hayal ederken siyaha boyandığını fark edersin. Ellerinden kayıp giden, gözlerinin önünde değişen her şey için savaşmaktan vazgeçersin. Boşa çabalıyorum hissine yenilmişsindir. Çünkü insanlar yorar, insanlar değişir, insanlar laftan anlamaz, insanlar cahildir. Deveyi gütmek zor gelir tek çare diyardan gidersin.

Belki yaraya tuz basıyor olabilirim ama ciddiyim.

Yaşanılan şeyler hayata karşı motivasyonunuzu kırmasın. Bazen olur öyle deyip geçin. Öyle olması lazım geldiği için olur deyin. ''Nasihatten payımızı almayı beceremedik, musibete ihtiyacımız varmış demek ki'' deyin geçin. Ama mutlaka geçin. Takılıp kalmayın düştüğünüz yere.

Dünyayı da boşa suçlamayın hata bizde. Biz değişmeden dünya değişmez. Seçim bizim, seçim hepimizin.

‘’Deve de bizim hendek de hiçbir yere gitmiyorum’ diyecek cesaretiniz olsun yüreğinizde.

"Aşığım ulan yemişim imkansızlıkları" diyecek birinin karşınıza çıkmasını beklemeyin. O kişi siz olun, ben olayım. Biz önce kendimize bakalım.

Kötü olduğuna şahit olduğunu bildiğiniz insanların mutlu olması size ‘’Ne de adaletsiz dünya’’ dedirtmesin. Yaşayacakları bir travma yeter adaletin tecellisine. Buna inanın. Ama bunu beklemeyin siz yolunuza kaldığınız yerden devam edin. Size ne elalemden.

Nereden vuracağı belli olmaz hayatın ve nereden geleceği belli olmaz şifanın. Karamsarlığa prim vermeyin. Derdi veren çaresini de verir. Her şeye vardır bir sebep siz buna sebep olan neyse onu bulup çıkarın.

Hayat güzel, hayat her şeye rağmen yaşanası. Yenilmeyin sadece zamanı gelince kendinizi geri çekin. 

Yaşamın zorbalıkları yanında keyifli halleri de var. Hazır yaşıyorken eliniz ayağınız da tutuyorken bir şeyler yapın. Hiçbir şey olmasa da en azından denedim dersiniz.

İnsan alışıyor; yokluğa, onsuzluğa, parasızlığa, açlığa, haksızlığa.

İnsan biliyor; her fırtına sonrası güneş doğacak, para yine kazanılacak, ölenin ardından bir tabak helva yenecek o karın yine doyacak ve hayat kaldığı yerden devam edecek. 

İnsan aynı acıları farklı zamanlarda yaşıyor, farklı dillerde anlatıyor ve farklı şekillerde gösteriyor. Kalpler farklı atsa da aslında aynı sızıyı hissediyor. Hiçbir acı bize has değil sadece çekme sırası bize geldi o kadar ama insan bunu bazen anlamazdan geliyor.
''İşin gereği şu ki insan; aceleci/hırslı/sabırsız/tahammülsüz yaratılmıştır (70/19 ) 

Ah insan acısıyla kendisini ne kadar da büyütüyor.







11-15 ARASI YAŞLAR

Çocukluktan ergenliğe geçiş. Hayatın en güzel zamanları. Tek sorumluluk okul. Dersi kaytarmalar, okulu asmalar, çekilen kopyalar, arka sıra sohbetleri. Fırlamalığın dibi yıllar. Bu yaşlar, gelecek için hayallerin en geniş olduğu zamanlar.

Para yok, verilen harçlık kuş kadar. Atari salonlarında iki jeton parası. Sırf bunun için aç kalınan zamanlar. Tek can sıkıcı mevzu izin koparmalar, komşu kadın şikayetleri ve çalışkan arkadaşları aramıza aldığımız sınavlarda hocaların yaptığı yer değişikliği.

11-15 arası yaşlar…

Her hatanın hoş görüldüğü, iki azar sonrası affedildiğimiz yıllar. En büyük mutluluk, cola ve cips almak için denkleşen paralar. Hiçbir şeyin para etmediği bu dünyada, parasızlığı tek dert etmediğimiz yaşlar ve kanayan dize aldırış etmeden ‘’Oyna devam’’ diyen arkadaşlar.

11-15 arası yaşlar...

Bütün sokakların bizim olduğu zamanlar. Sahillerinde denize girdiğimiz köşe bucak kıyılar. Terk edilmiş kayıklar, kayıklarda beslemeye çalıştığımız hayvanlar. Mahalle arası kavgalar, zile basıp kaçmalar, parktan çiçek toplayıp satmaya çalışmalar ve apartman önlerinde çekirdek çitlediğimiz, rol kestiğimiz, yol gözlediğimiz yaşlar.

90’lar popun hakkını fazlasıyla vermeler, olmayan aşkın ızdırabını çekmeler, sıradaki şarkıyı elinden bile tutamadıklarımıza atfetmeler. Şarkısına göre umutlandığımız enayilik yıllarımız, bile bile yaraya tuz basmalarımız. Bu yaşlar; aşkı en abarttığımız, acısıyla belkide en hayvanlaştığımız yıllar.

11-15 arası yaşlar…

Yediğimiz dondurmanın hiçbir zaman o kadar lezzetli gelmeyeceği yıllar. Balkonlardan gelen ve akşam haberlerine eşlik eden anason kokuları ve eve girme vaktini işaret eden akşam ezanı. İnancın, "Allah’ım, ne olur iki kere iki dört etmesin" denilecek kadar tavan yaptığı yaşlar ve yavaş yavaş her şeyin hayırlısına alışmalar. Hayatın hep keyifli olacağını sandığımız, mutsuz bir ülkeye büyüdüğümüzü farkına varmadığımız belki de en toy zamanlar.


Şimdiki yaşlar...


Dünyanın oyun ve eğlence aracı olduğunu bildiğimiz, yine de ‘’Oynamıyorum lan ben, küstüm’’ diyemediğimiz, çekilecek acılar karşısında ''Neyse ki bitmesine birkaç yüz milyon yıl kaldı'' diyerek kopacak kıyameti beklediğimiz, akıl ruh ve beden sağlığımızın ciddi zarar gördüğü, çocukluktan kalma fabrika ayarlarımızın bozulduğu yaşlar.
 
Şimdiki yaşlar...

Şiddet, savaş, leş medya, basit ve ucuz ilişki anlayışı, zorbalık, kabalık, korku, bir daha korku, hep korku, endişe ortamı, kaygı hali, haklının tutsak olduğu, suçlunun aramızda olduğu, kötülerin kazandığı, iyilerin savaşmaktan, laf anlatmaktan, duvara konuşma hissinden bıktığı, çaresizlik karşısında belki de en çaresiz kaldığımız yaşlar.
 
Şimdiki yaşlar...

Her şey olur, her şey geçer, her şey düzelir sandığımız zamanlardan, meğer olmazmış, meğer geçmezmiş, meğer düzelmezmiş demeyi tecrübe ederek öğrendiğimiz zamanlar.


SURE 81 (Tekvir)

     1. Güneş, karanlığa gömüldüğünde,
     2. ve yıldızlar ışıklarını yitirdiğinde,
     3. dağlar kaybolup gittiğinde,
     4. ve doğurmak üzere olan dişi develer başıboş bırakıldığında,
     5. bütün hayvanlar bir araya toplandığında,
     6. ve denizler kaynadığında
     7. bütün insanlar (yaptıklarıyla) eşleştirildiğinde, 
     8. ve diri diri gömülen kız çocuklarına sorulduğunda
    9. hangi suçtan dolayı öldürüldükleri,
    10. (insanların yapıp ettiklerinin) dosyaları açıldığında,
    11. ve gökyüzü açılıp ortaya serildiğinde
    12. (cehennemin) yakıcı ateşi parladığında,
   13. ve cennet gözler önüne getirildiğinde,   
   14. (o Gün) her insan, (kendisi için) ne hazırlamış olduğunu görecektir.
   15. Hayır! Hayır! Dönüp duran yıldızları tanıklığa çağırırım,
   16. yörüngelerinde akan ve kaybolan gezegenleri,
   17. ve kararan geceyi,
   18. ve soluk almaya başlayan sabahı:
    19. bakın, bu (ilahi kelam), gerçekten soylu bir elçinin (vahyedilmiş) sözüdür,
    20. güç bahşedilmiş, kudret ve egemenlik tahtının Sahibi nezdinde emin kılınmış,
    21. itaat edilen ve güvene layık birinin (sözü)!
    22. Çünkü, bu arkadaşınız bir deli değil:
    23. gerçekten (meleği) gördü, berrak bir ufukta (gördü) onu,
    24. o, (başka birine vahyedilmiş olan) insan kavrayışının ötesindeki şeylerin bilgisinden  
          dolayı onları kıskanan biri değildir.
   25. Bu (mesaj), lanetlenmiş bir şeytani gücün sözü de değildir.
   26. Öyleyse nereye gidiyorsunuz?
   27. Bu (mesaj), bütün insanlık için bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir,
   28. doğru yolda yürümek isteyen her biriniz için.
   29. ama Allah, bütün alemlerin Rabbi, (o yolu size göstermeyi) istemedikçe siz onu
           isteyemezsiniz.





YEŞİLÇAM’DAN BİZE KALAN

Benim küçükken şöyle hayallerim vardı; büyüyünce mahallenin en havalı kızı olacak, fabrikatör Cemal bey’in çapkın oğlunu dize getirecek, gündüz matinesine sinemaya gidip, limonata eşliğinde muhallebi yiyecektim. Esas oğlan, hususi otomobili ile eve kadar bana eşlik edecek, mahallede laf olmasın diye iki sokak ötede arabadan inecektim.

25.yaşıma girmeden, damat Ferit gibi filinta biriyle ailelerin bütün karşı çıkmalarına karşı evlenecek, mahalle düğününü de imece usulü yapılan yemeklerle gerçekleştirecektim. 

Mahalleden arkadaşlarla para biriktirecek, kendimize gazino açıp kapısına da fikis menü 10 TL yazacaktık. Eğer işimiz rast giderse ‘’ Şakirrrr’’ dışında, kahvedeki herkese çay ısmarlayacaktık.

Olur da hastalanıp yatağa düşersek mahalle doktoru ateşimizi ölçmeye gelecek, reçeteye ilaç yerine pirzola, meyve falan yazacak, paramız çıkışmasa da mahalleli kendi arasında toplaşıp yardıma koşacaktı.

Filmlerde her şey her zaman çok güzeldi. Kralımız taçsız ya da çirkin, ağamız züğürt, hocamız kel, Ömer’imiz turist, en güzelimiz domatestendi.

Filmlerde ilahi adalet 90 dakika içinde tecelli eder, kötü kalpli kim varsa eninde sonunda kaybeder, Bizanslılar her savaşta yenilir, bir zamanların fakir ama gururlu gencinin şansı  yıllar sonra  dönerdi. İki gönül bir olunca samanlık seyran olur, mahallede düğün konvoyları kurulur, zengin kız fakir erkek, eninde sonunda birbirinin olurdu.
 
İngiltere kralı, rahmetli başkan kenedi, taçsız kral pele, bakenbauer, kaleci Mıyer, nadya komanaçi, bricit bardo ve Fenerbahçeli Cemil’in şöhretlerini borçlu olduğu bıçak, herkes kullanabilsin diye ucuza satılır, yanında verilen cibicibicis krem eşantiyondan sayılırdı.

Filmlerin sonunda 'Kahpe Bizans’ın yiğit güzeli' bile imana gelir, haçlılar bütün erkek çocuklarını öldürseler de bir Musa mutlaka sağ çıkardı.
 
‘’Bugünkü dersi doğada işleyeceğiz’’ diyen hocanın uçuşan etekleri vardı. Ve dağların yamaçlarında açan gelincikler. Çocukların dilinden öğrendik biz yurdumda fidanların ağaca, ağaçların ormana dönmesinin lazım geldiğini.

''Korkma; dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur'' diye öğüt veren Haşmet abi'ye inandık biz. 

‘’Yaşamak Müjgan gibi bir şeydir, ölmek de Müjgan yok demektir" diye seven Hüsnü’ler vardı bizi de böyle seveceklerine inandığımız.
"Hey yavrum hey !''

Başımıza ne zaman bir iş gelse, ömründe karıncayı bile incitmemiş olan ustalara güvendik biz. Dağ gibi adamlardı. İnandık ki hayat, bizi de koruyup kollayacak bir Yaşar ustayı mutlaka karşımıza çıkaracaktı.

Aşk ile ilgili tek arada kalmışlığımızın filmi, ‘’Selvi boylum, al yazmalım’dı''. Her izleyişimizde, İlyas’ı seçmekten vazgeçen Asya’ya kızar, sonrasında ise tercihini emekten yana kullanmasını daha vicdanlı sayardık. Buna inandığımız için belki de ortada emek varsa ‘’ Aşk mı, sevgi mi?’’ sorusunu yıllarca kendimize bile sormaya utandık.

Yeşilçam’dan öğrendik biz; hayatta her zaman iyilerin kazandığını, her acının tatlıya bağlandığını, davulun dengi olmayanla da çalındığını. Ne zaman ki büyüyüp hayata atıldık, işlerin böyle yürümediğini, esas filmin o zaman başladığını anladık. Çünkü küçükken fazla beklentimiz yoktu hayattan. Kalıcı anlaşmazlıklar yaşamazdık. Geç küser, çabuk barışırdık. Filmlerdeki kahramanlar kadar iyi insanlar değildik belki ama kötü de sayılmazdık. Bir ihtimal karınca ezmişliğimiz olabilirdi onun da telafisini geçe bırakmazdık. Ne hayata karşı zengin hayallerimiz ne de bu hayallerimizi gerçekleştirecek paramız vardı.  Anladık ki parasızsan samanlık seyran olmaz tutuşup alev alırdı.

Zamanla gördük; filmlerden alışageldiğimiz mucizeler gerçek hayatta altından kalkamadığımız acılara dönüyor, fakir oğlan zengin kız ile aynı okulda bile denk gelmiyor, gerçek hayatın getirdiği acılar filmlerdeki kadar kolay atlatılamıyordu. Çünkü etrafımızda bu acıların üstesinden beraber geleceğimiz dostluklarımız yoktu. Kıldan ince kılıçtan keskin güttüğümüz kinlerimiz vardı. Kolay affetmek filmlerdeki kadar kolay olmazdı. Hayata karşı ne kadar yıkılmaz durursak o kadar yara almaz sanırdık, gerçi yine de yıkılmadık ama ayakta da sayılmazdık.

Olduramadıklarımız vardı bizim. İlle de o mutlu sonu beklerken olamayacağını da anlamazlıktan gelişlerimiz. Bu yüzden hayattan yediğimiz feleğin tokadı saflığımıza denk geldi. Sendeleyişimiz, Sadri Alışık’ın ‘’Ne zaman gol diye sevinsek arkamızı dönüp baktığımızda ofsayt bayrağını kaldırmış bir hayat görüyoruz’’ lafını yaşayacağımıza pek ihtimal vermediğimizdendi. Geç anladık.

Ve maalesef biz, hayalden kalan kırıklarımız fiziksel olmadığından toplayıp ayağa kalkamıyoruz. O son noktayı koyma eşiğine geldiğimizde Sadri Alışık denen hergeleyi belki de ilk kez o zaman anlıyoruz. Gerçek hayatta yaşadığımız ikilemlerde gururumuzu seçip Müjgan’ı oracıkta bırakıveriyoruz.

Seni, hayatı pamuk şeker tadında geçen, gözleri dört defa lacivert olanlar değil, bizim gibi hayalleri ofsayta düşenler anlar Sadri abi.

Artık biz de senin gibiyiz; ağzı hep bozuk, arada komik, genelde hüzünlü, ama ille de aşık, ille de serseri...




YAŞLANMANIN YAŞI YOKTUR


"Eğer geçmişi gelecekten çok seviyorsanız, yaşlanıyorsunuz demektir." John Knittel.

Gitmek isteyip de gidemeyen insan hüznü var içimde. Ve kaldığı yerde duramayan insan öfkesi ve kaç yaşıma gelirsem geleyim içimde sürekli bir geç kalmışlık hissi...

Kendimi bazı zamanlar çok yaşlı hissediyorum. Fiziksel hareket özgürlüğü değil kastım. Sebeplere ihtiyacım yok sıralamak için bahaneleri. Belki biraz yorgunluk, belki biraz da kendine acıma hissi.

Ergenlik dönemlerinde balonlar ve çiçek eşliğinde gelen doğum günü halet-i ruhiyesi, bir zaman sonra endişe ve hüzünle yer değiştirir. Bu sanırım geçmişi her gelecek günden daha çok özlemektendir. Eğer en güzel günlerinizi arkanızda bıraktıysanız ya da buna inanıyorsanız önünüzü görmek zorlaşır. Çünkü insan başını hep mutlu olduğu zamana çevirir. Bu da hayatın bize yaptığı en kibar ibneliktir.

İnsanın büyümüşlüğünü doğum takvim yaprağına atılan çentikler belirlerken, yaşlanmak bundan tamamen bağımsız ilerler. Ay, yıl, gün, mevsim değişkenliği dinlemez. Yaşlanmak, bir anda olabileceği gibi insanın geçmişinden getirdiği birikmişliklerle de gelebilir.

Birikmişlikler...mişlikler....likler... okundukça beyinde yankılanan bir kelime.

Evet, yaşlanmak bazen bir anda gerçekleşebilir. Bir bakmışsın geceden sabaha, bir uyanmışsın saçlarındaki beyazlar akşamdan kalma. En büyük belirtisi, hayata karşı yorgunluk ve bıkkınlık hissi. Ve yarattığı derin sükûnet. Hiçbir şeye güç yetirilemeyeceği inancı. Ve, sussan olmuyor konuşsan başa bela arasında gidip gelen kararsızlık hali. Bazen, yedirilemeyen haksızlık, biraz da günden güne eriten özlemin yarattığı dengesizlik belki. Yaşlanmak, hayatla ölüm arasındaki değil, insan ve yaşadıklarının ona yaşattıkları arasında belkilerle kesinleşen bir ruh hali.

25 yaşında genç bir delikanlı 10 yaş halini özleyebilir.

Belki, özlediği çocukluğu değil hissettikleridir.

Belki, babası o yaşlarında hala hayattadır.

Ve belki, o yaşında ilk bisiklete binme deneyimini babasıyla yaşamıştır.

Kesin, O gün giydiği kıyafet hala aklındadır.

Kesin, akşam ezanı ile eve girmemek için babasıyla kavga edişi de.

Ve Kesin, babasını gördüğü o son gün de.

Ölümü kabullenememe hali, telefonun bir daha asla açılmayacağını bile bile aratır. ‘’Belki sesini duyarım’’ dediği her denemede kişinin acısı bir yaş daha almıştır. Aslında o, çok sevdiği birini sonsuzluğa bir türlü uğurlayamamıştır. Yaşlanma anı, bir daha asla ‘’O’’ olmayacak fikrinin kabullenme anı ile başlamıştır.

30 yaşında bir kadın çocukluk aşkını özleyebilir.

Belki, o yaşlardan sonra tanıdığı adamların o kadar masum olmadığını fark etmiştir.

Belki, beklemediği kişilerden beklemediği çoğu kötü tecrübeler edinmiştir.

Ve belki, bu tecrübeler yıllarına yetmiştir.

Kesin, bir daha kimseyi sevemeyecektir.

Kesin, sevse bile güvenemeyecektir.

Kesin ''O bile bunu yaptıysa kimler neler neler yapmaz'' diyecektir.

Ve kesin, bundan sonra tek güvendiği en sevdiği değildir.

İşte yaşlanmak; olmazsa olmaz insanlar ve olmaz olsunlar arasında yaşadığın tecrübelerin sendeki birikimidir.

Yaşlanmak; aradığınız kişiye bir daha asla ulaşamamaktır. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz lafına kanıp defalarca aramaktır.

Yaşlanmak; değişmez dediğin her şeyin değişikliğine şahit olmaktır.

Yaşlanmak; en sevdiğin arkadaştan kalan bıçağı sırtından 
atmaya kıyamamak onunla yaşamaya çalışmaktır.

Yaşlanmak; büyüdükçe süper kahraman olunmayacağını anlamaktır. Büyümekte gözüm yok çocukluğumda kalayım yeter demektir.

Yaşlanmak; Ben her şeyi biliyorum, herkesi tanıyorumdan, ben hiçbir şey bilmiyorum, insanları da kestiremiyoruma evrimleşmektir.

Yaşlanmak; "Hayatta yapmam" dediğin her şeyde başrole oynamaktır.

Yaşlandıkça anlarsın ki yaşadığın her acı seni daha güçlü yapmaz, bağışıklık da kazandırmaz. Ne yapar biliyor musun? Tükürüp atar...

Şunu kabul etmek lazım; hayat pazarlık kabul etmiyor, genç kalmak için hayatla iyi geçinmenin bir yolunu bulmak gerek. Arada yaraları gözden geçirmek güzeldir. Görmek için bakmayı öğretir. Ve yenemediğiniz hayatı bileğinden öpmeyi ve değiştirilmesi mümkün olmayan şeyler karsısında saygıyla eğilmeyi ve gülü sevmeye dikeninden başlamayı…

Hayattaki en büyük zenginlik, her şeye rağmen vicdanın verdiği huzurla, başın yastığa değmesidir. Haksızlığa uğratmaktansa, haksızlığa uğramayı tercih etmek çok büyük bir erdemdir ve bunu ancak acısının nasıl olduğunu tecrübe eden bilir.

Önceden isyan edip sonradan kabullendiğimiz her şey için ettiğimiz teşekkür, hayatın bize olan borcudur ve bunun karşısında dememiz gereken belki de tek şey hayatın alacağı olsun dur.

Hayatın bize sundukları arasında fazla seçeneğimiz yok. Önce kayıplara alışır sonra da kayıplara karışırız. Bence en şanslı olanlarımız can acıtsa da her şeye rağmen o anın, zamanın, günün, ayın, yılın tekrarını yaşamayı dileyenlerdir. Çünkü her şeye rağmen acıyı kabul etmek gerçekten yaşadığını gösterir.

Anladım ki çok yaşamak değil yaşlanmadan ölmek güzel.


KADER

ÖZGÜR İRADE

İLAHİ ADALET

Kader’in farklı açılardan farklı tanımları vardır. Vikipedi açısından bakarsan en genel geçer ve herkes tarafından da kabul görmüş şu tanım yer alır; bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlendiğine inanılan ezeli takdir.

Günümüzde insanların çoğu kaderi daha çok önceden hakkımızda verilmiş olan hükmün yerine getirilmesi olarak algılar. İşte hatayı en çok da burada yapar. Neden mi? Çünkü kimse iplerinden tutularak oynatılan bir kukla değildir bu dünyada. Yaratılışımız da buna müsait değildir. Olaya din açısından bakarsan zaten insan davranışlarına yön veren bir tanrı kavramı da oldukça mantık dışıdır. Şöyle düşünün; Allah kişinin bütün yapacaklarını kaderinde yazdığı için biz bunları  yaşıyorsak ve bunu da asla değiştiremeyeceksek din neden var? Kur’an neden indi? Neden yasaklar var ve bizi ‘’Yapmayın, yaklaşmayın’’ diye neden uyarır ayetler?

“Allah’a şirk koşmayın.” (Bakara Sûresi:22)

“Bile bile hakkı batıl ile karıştırmayın. Hakkı gizlemeyin.” (Bakara Sûresi:42/59)

“Allah size ölüyü, leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı.” (Bakara Sûresi:173)

'' Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa erersiniz.” (Al-i İmran Sûresi:130)
 
Allah, insanları hür iradesi ile yaratmıştır ve biz hayatımıza kendi özgür irademizle verdiğimiz kararlarla yön veririz. Bu kararlarımızın sonucunda da yaşadığımız / yaşayacağımız her şey, kendi doğrularımızın ya da doğru sandıklarımızın karşılığıdır. Kader dediğimiz şey; hakkımızda önceden verilmiş olan hükümlerin olduğu ve bizim bu dünyada bu hükümler neticesinde hareket ettiğimiz bir şey değildir. Bizler, hakkımızda önceden verilmiş hükümlere göre alnımıza ne yazıldıysa onu yaşamıyoruz. Bizler, bu kararları aldığımız / alacağımız için ve bu şekilde bir hayat yaşamayı kendi irademizle seçtiğimiz için kaderimizde bu yazıyor.

İsra suresi 13-14  “Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. Nitekim Kıyamet Günü onun önüne, (dünyada yapıp ettiği) her şeyi kayıtlı bulacağı bir sicil koyacak (ve diyeceğiz ki):”Oku sicilini! Bugün kendi hesabını görmek için sen sana yetersin!”

Konuya ilişkin daha önce  bir yazı okumuştum sözlük sitelerinden birinde. Yazıda bir ilahiyat profesörünün sorduğu şu soruya yer vermişlerdi. Bana göre kader kavramını en iyi anlatan şu soru, bütün tanımların en akla yatkın açıklamasını da içeriyordu. ‘’Güneş coğrafya kitaplarında yazdığı için mi doğudan doğar? yoksa doğudan doğduğu için mi kitaplar bunu yazar?’’

Kişinin kaderini tayin ettiği şey, sahip olduğu özgür iradesi ile bu dünyadaki seçimleridir. İşin tercih sahibi kul, yaratanı ise Allah’tır. Ve Allah’ın imtihan dünyası dediğimiz bu dünyada karışmak istemediği tek nokta da işte budur. Yaratılış ve dünyaya özgür irademizle geliş amacımız bellidir. Bundan sonrası bize kalmıştır.

Şems-8: ‘’ Hayrı ve şerri ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana seçme hakkı(irade) verene yemin olsun ki''

Zariyat – 56; “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanısınlar ve bana kulluk yapsınlar diye yarattım''

İnanlar için bu dünya gelip geçicidir çünkü burası imtihan dünyasıdır. Asıl olan ahiret hayatıdır. Yani iyiler için cennet, kötüler için ise yaşasın cehennemdir. 

İyi de sonumuz baştan belliyse bu dünyaya neden geliyoruz? Zaten her şey baştan belli değil mi? Direk cennete ya da cehenneme neden gitmiyoruz? Dünyada yaşadığımız bu tantanaya ne gerek var?
 
Kader görüldüğü gibi sorulardan soru doğuran bir konudur. Allah’ın adaletine inanlar için bu soruların cevabı tektir ve basittir. İmtihan.

Allah, bizleri bu dünyaya gelmeden cennet veya cehenneme elbette koyabilirdi ama yapmadı. Çünkü yapmış olsaydı bizim inandığımız ve bütün dinlerin temel dayanağı olan o ‘’adalet’’ kavramı hükmünü yitirmiş olacaktı. Yaratıldığı anda cehenneme atılan birinin ‘’iyi de ben bunu hak etmedim ki. Ben neden cennete gitmiyorum? Ayrıca ben bu günahları işlemedim’’ deme hakkı olurdu ve şüphesiz bu isyanında haklı da kabul edilirdi. İşte doğar doğmaz cehenneme koyulan birinin bu serzenişinde dünyaya geliş nedenimiz yatıyor.

Bizler dünyaya yaptıklarımızı bu yaratılmış halimizle görmek için geliyoruz. Ahirette yaptıklarımızı kabul etmek ve dünya gözüyle de yaşayıp görmek için geliyoruz. Yani aslında bu dünyaya geliş amacımızın altında bile Allah’ın adaleti var.

İçinizde hala ''Eğer kaderimde hırsızlık yapacağım yazıldıysa ve ben hırsızlık yaptıysam bunun suçlusu kim? Allah mı? Ya da cinayet işleyeceğim yazıldıysa? Yaptıran kim, Allah mı? O zaman benim özgür iradem nerede?'' diye soranlar mutlaka vardır.

Konuya ilişkin Zakir Naik'in verdiği şu örneklemeyi paylaşayım;

Bir öğretmen sınıftaki öğrencilere, bütün bir yıl boyunca ders verdikten sonra yıl sonu sınavından önce, hangi öğrencinin sınavı geçeceğini önceden ön görür. Yani hangi öğrenci birinci olacak, hangi öğrenci sınavdan kalacak bilir. Peki öğretmen bunu nasıl öngörür? Öğretmen bilir çünkü birinci olacağını ön gördüğü öğrenci derslerine çalışır ve tüm sene boyunca verilen tüm ödevlerini yapar. Diğer öğrenci ise derslere katılmaz ve çalışmaz. Sınav gerçekleştiğinde ve sonuçlar belli olduğunda ise çalışkan öğrenci birinci olur ve diğer öğrenci de başarısız olur. Şimdi sınavdan kalan öğrenci, sınavdan kalması sebebiyle öğretmeni suçlayabilir mi? Sen benim sınavdan kalacağımı ön gördüğün için sınavdan kaldım diyebilir mi? Kim suçlanmalıdır? Öğretmen mi yoksa öğrenci mi?

Peki bütün öğrenciler sınavı geçsin diyerek öğretmen sınav esnasında öğrencisine doğru cevabı söyleyebilir mi? Evet tabi ki de söyler, böyle bir yetkisi vardır ama bunu yapmaz. Çünkü, matematik sınavında 2+2 kaç eder diye sorsa ve öğretmenin onca yol göstermelerine ve dersi anlatmasına rağmen öğrenci 2+2=5 yazsa öğretmenin bunu düzeltmesi adaletsizlik olur. Kime olur bu adaletsizlik? Sana olur, bana olur, gecesini gündüzüne katıp dersini çalışana olur, sınav sonrası sınıfta kalmaktan korktuğu için, derslerine dört elle sarılana olur.

İşte bu dünya da ahiret için böyle bir sınavdır.


Mülk suresi 2: O, hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O Aziz'dir (üstün ve güçlü olandır), Gafur'dur (çok bağışlayandır)

Allah, bu sınav için kuralları söylemiş ve iyiyi de kötüyü de göstermiştir. Bu hayatta seçim bizimdir ve ahiret, herkesin hak ettiğine kavuşması ve yaptıklarıyla yüzleşmesi için gereklidir dedik. Peki hesap görme neden bu dünyada değil de ahiret hayatında olacak?

Fatır 45 : “Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı dünyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir.

Geçenlerde, insanların hak ettiğini yaşaması ile ilgili bir konuda itirazı olan birinden şöyle bir tepki aldım. Diyor ki; ‘Herkesin hak ettiğine örnek vereyim.  Adam gidiyor 1 yaşındaki bebeğe tecavüz ediyor. Soruyorum 1 yaşındaki bebeğin ne suçu vardı da bu tecavüzü hak etti. Bebek imtihan oluyor demeyin bana, çünkü daha yeni yürümeye başlayacak ve hatta konuşamıyor bile yetişkin gibi. Yani kötü bir şey yapıp da karşılığını alsa amenna ama daha kötülük yapacak yaşta değil ki karşılığını alsın veya imtihan olsun.’’

Allah, kendisinin bile reddedilmesine izin verir ve insan iradesi ile yapılan hiçbir tercihe müdahale etmez dedim ve bunu defalarca tekrar ettim. Allah ahirette hakların teslimini yaparken, senden alır, benden alır, üstüne bir de kendinden koyar ve kişiye hakkını kendi nasibince verir. En azından biz inananlar için durum böyledir.

Allah’ın olmadığını düşünenler için durum şudur; bebek öldüğüyle kalacak ve tecavüzcüsü de eğer şanslıysa (!) kaçıp kendini kurtaracaktır. Olan yaşam hakkı elinden alınmış bebeğe olacaktır. Çünkü onlara göre bu dünyada olan bu dünyada kalır.

Allah’ın varlığına inanan biri için ise durum şudur; bizim bir ömür boyu itaat ve ibadet ederek kazanmaya  çalıştığımız muhteşem ebedi hayat, ona belki çok daha yüksek derece ile hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan ve bir ömür boyu imtihana tabii tutulmadan sunulacaktır. Asıl mükafatı o almıştır çünkü bu dünyanın çirkinliklerini görüp tecrübe etmeden cennete gidecektir ve benim inancıma göre bu dünya, ahirete kıyasla hiç de önemli bir yer değildir. Ayrıca sınava tabii olan bebek değil, kendi hür iradesi ile seçimi tecavüzden yana olan o kişidir.

‘’Madem bebeği cennete alacak o zaman niye önce sapığa tecavüz ettiriyor? Tecavüz ettirmeden alsa ya cennete? 

Enam 59: " Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin"  Bir yaprağın bile düştüğünden haberi olan tanrı, o kişi bu işi yaptığından habersiz değildir. 
''Ben tanrı olsam herkesi cennete alırım’’ diye devam etti arkadaş.

Şimdi şöyle;


1-    Bebek cennete gitmek için bunları yaşamıyor, bunları yasadığı için cennete gidiyor. Bebeğin cennete gitmesi sebep değil sonuçtur.

2-  Bu durumda Allah bilen, kul yapandır. Bizler, Allah bildiği için bir şeyleri yapmıyoruz. Biz ne yapacaksak, Allah onu biliyor ancak imtihan dünyasında olduğumuz için irademize karışmıyor.

3-  Allah herkesi senin gibi cennete almıyor. Bu tıpkı şuna benziyor. ‘’ Okula gidiyoruz ama sınava ne gerek var?  Neden öğretmen bizi sınava sokuyor? Neden herkesi geçirmiyor?’’ 

Eğer Allah herkesi bu sınavdan geçirirse derim ki Allah haksızlık yapıyor. Allah herkesi cennete koyarsa ‘’Ben çok iyi biriydim, hırsızlık yapmazdım, dürüst biriydim. Bu adam ise hırsız beş para etmez biriydi. Ama birlikte cennetteyiz. Bu adamı neden cennete koydun’’ diye sitem ederdim. Eğer adaletten bahsediyorsak ve konu ilahi adalet ise şüphesiz bu sitemimde de haklı kabul edilirdim. Ben, cehennemin gerekliliğinin de adalet kaynaklı olduğuna inanıyorum. Yani kötülüğü cezalandırmanın iyilik temelli olduğuna inananlardanım. Sen, herkesi cennete koyarak insanlara eşit davranıp onlara iyilik yapacağına inanmış olabilirsin ama ‘’Adalet’’ kavramını atlamış olursun. Ve sen, herkesi cennetine koyarak, en büyük adaletsizliği bahsi geçen bebeğe, işte o zaman yaparsın.

Bu dünyada karşılaştığımız haksızlıklar elbette vardır ve olacaktır da. Nerede savaşlar, açlık, hastalıkla savaşan insanlar  görsek ''Allah kurtarsın'' deriz. Ya da ‘’Neden kurtarmıyor''deriz. Hatta ‘’Onların kaderinde de bu yazılıymış’’ der geçeriz. Bugün Obezite  ile savaşan bir dünyada hala Afrika’da açlıktan ölen insanlar varsa eğer burada tartışılması gereken Allah'ın değil, insanın varlığıdır. İnsanın yaptıkları ya da yapmadıklarıdır. Halbuki bizim Allah’tan beklediğimizi Allah bize emreder ‘’Yapın’’ der. Ama bu pek işimize gelmez.

Nahl Suresi / 90: Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.

Bakara Suresi / 195: Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

Ali İmran suresi / 92: Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.

Ali İmran suresi /104: İyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.

Bu dünyada inandığım bir şey varsa o da göz yumduğumuz, görmezden geldiğimiz, ‘’Ayy daha fazla bakamayacağım’’ diyerek hüzünlenip (!) kafamızı çevirdiğimiz her şeyden sorumlu olduğumuzdur.

Eğer burası bir imtihan dünyası ise ve kaderimizi de tercihlerimiz belirleyecek ise karşılaştığımız sarp yokuşların hepsine imtihan gözüyle bakmak gerekir.

Beled Suresi 12: “Fakat o sarp yokuşu (akabeyi) aşamadı. Bu sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin?. O, köle azat etmek veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir. Yakınlığı olan bir yetime veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.”

Ve yine bu dünyada inandığım bir şey daha varsa, o da görmezden geldiklerimiz ya da cesaret ettiklerimizle bu sınavın ya kazananı ya da kaybedeni olduğumuzdur.

Olur ya umudumuzun kırıldığı, dünyadaki adaleti gördükçe zayıf düştüğümüz hatta inancımızı sorguladığımız zamanlar olmuştur ve olacaktır.

Bakara suresi 155 : Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! 

İşte ne zaman böyle zamanlardan geçsek, imtihanı kaybedeceğimizi hissetsek, dayanılamayacak nokta dedikleri o keskin viraja gelsek, bir ayetin sıcaklığı sarsın içimizi ve bize şah damarımızdan yakın olana sığınacak gücü bulalım.

Al-i İmran / 139 : “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz’’ 

Unutmayın; Allah rolleri dağıtan değil tanıtandır. İlim bilir, irade seçer, kudret yapar. Akıl, irade,fıtrat, vicdan, peygamber ve kitap, kişinin kendi kaderini yazarken kullanacağı ışıktır. İşte sınavdan geçer not alacak olanlar bu ışıktan gözleri kamaşanlardır.

Selamlar