BİR YAHUDİ GÖZÜNDEN HZ.MUHAMMED



 Lesley Hazleton'ın Hz.Muhammed'in hayatını anlattığı kitabına ilişkin söyleşi çevirisidir.

İşinize derinlemesine odaklandığınız zaman, onun başkalarına nasıl göründüğünü unutursunuz. Benim gibi agnostik Yahudi değilseniz tabi. Yani benim gibi derinlemesine odaklandığınız şey İslamsa ve Hz. Muhammed’in  biyogrofisini  yazmayı daha yeni bitirdiyseniz dinleyicileriniz biraz tedirgin olabilir. Bu fotoğraf geçen yaz Abudabi’deki büyük şeyh Said Cami’sinde çekildi. Ve evet, şu ortadaki benim.



Kendimi çarşaflı olarak hiç hayal etmemiştim daha önce. Ama giriş için gerekliydi ve kendime şunu hatırlattım ‘’Kadını meydana getiren şey giysiler değildir’’. Ve derin bir nefes aldım. Ve çarşaf giymenin o kadar da şoke edici olmadığını fark ettim. Hatta neredeyse zarif hissettirdi ve cami de çok güzel olduğu için fotoğrafı internette paylaştım. Tepkilerden bazıları birazcık kafa karıştırıcıydı. Özetle şöyle diyen Müslümanlar vardı. ‘’Yaşasın Müslüman olmuşsun’’ ve özetle şöyle diyen Yahudiler: ‘’ şuna bak, Müslüman olmuşsun!’’

Tüm bunlar, anlık bir görüntüden çıkarılabilecek çok abartılı sonuçlar gibi göründü bana. Yani bu fotoğraf kesinlikle yoruma açık ve sorulması gereken soru şu : ‘’Neden?’’

Bu yorumların altında yatan varsayımlar nelerdi? Mesela, şimdi şu başörtüsünü başıma örtersem, bu bir haysiyet göstergesi mi yoksa saygısızlık mı? Yoksa sempatik bir jest mi? Yoksa haddini aşmak mı? Ya da şu an ne söylersem bir anlamı yok mu? Şu an tek odaklanabildiğiniz şey İslami bir başörtüsü takışım olduğu için bu böyleyse, neden bu kadar dikkat dağıtıcı? Bunun nasıl algılandığının benim şahsımla neredeyse hiç alakası yok. Algılama farklılığı, sizin önyargılarınızın ve beklentilerinizin bir sonucu. Ve ardından bana atfettiğiniz amaçlar listesinin… ‘’amaçlar listesi’’ şaşırtıcı bir kelime ve art niyetler, düşünceler ima ediyor ki durum buysa benim düşüncelerime bakalım o zaman.

Nasıl oldu da Hz. Muhammed hakkında yazmaya karar verdiğim sorusuna gelirsek, benim ilk tepkim,   ‘’ Nasıl olur da yazmam?’’ 

Tüm zamanların en etkili kişilerinden birinden bahsediyoruz. Dünyasını köklü bir şekilde değiştiren ve bizim dünyalarımızı değiştirmeye hala devam eden bir adam. Nasıl olur da bir çoğumuz onun hakkında bu kadar az şey biliyor? Nasıl olur da onun hakkında bir şeyler yazma fikri gerginlik olarak algılanıyor?

Benim düşünce alanıma hoş geldiniz. Geniş ve istikrarsız, değişken alana… Politika ve dinin kesiştiği bir alan burası.
Güvensizlik ve açlığın yenilenmiş atmosferini düşünün. Örneğin, o yaz. Hz. Muhammed’i karikatürize eden küçük ve zararlı bir youtube filmi, onlarca ölüme sebep olan protestoların kıvılcımını yaktığı zamana…

Burada söz konusu olan pek çok farklı amaçlar vardı. Hiçbiri de iyi olmayan…

İlkin, bu filmi yapan dar kafalı bağnazların amaçları…

Sonra, Kahire’deki, Suudiler tarafından finanse edilen ve filmi hemen alıp bir şov kaynağı olarak kullanan TV kanalının amaçladığı… Belki filmi daha önce gören 30 kişi varken şimdi milyonların görmesine sebep olan ve bir zamanların meşhur haber dergisinin amaçladığı…

Alanındaki sönükleşen tanınmışlığını tekrar canlandırmak amacıyla tüm dünyadan Müslümanların sokaklarda isyan başlattığını ima eden haberleriyle ki sadece birkaç yüz tane aşırı uç kişi varken sokaklarda hatta çoğunlukla birkaç düzine bir resmi kırparak neler yapabildiğini görmek çok şaşırtıcı…

Ve Hizbullah’ın liderinin amaçladığı. Suriye rejiminin kendi vatandaşlarına başlattığı zalim savaşın destekçisi olduğu için suçlanan lider, bu filmi, kendini İslam’ın savunucusu olarak gösterip affettirmek adına fırsat gören...

Ve Pakistan’ın demiryolları bakanının amaçladığı. Kendi yolsuzluklarını gizlemek için birkaç yüz bin dolarlık ödül teklif etmesi…

Ve klasik Amerikalı İslam düşmanlarının amaçladığı New York ve DC metro istasyonlarına nezaketsiz ‘’ biz ve onlar’’ posterlerini asarak ve bu görüşlerin arkasından giden bir sürü insan...





Tüm bu yaşananlarda, Hz. Muhammed’in kendisi neredeydi? Kendisine ve dolayısı ile tüm Müslümanlara şunu söyleyen Kur’an’ı dinleyen insan neredeydi? ‘’ alaylara aldırış etme, onları görmezden gel, onları kendi halinde bırak, yüzünü çevir’’ diyen Kur’an’ı dinleyen… ya da İsa’nın ifadesiyle: ‘’ onlara diğer yanağını çevir’’ diyen.

Hz. Muhammed bir yandan, bilindiği gibi, aleyhinde olan kişilerin saldırılarıyla çarpıtılırken öte yandan bazen de kendini onun savunucusu ilan edenlerin en sesi çıkanları tarafından da eşit derecede çarpıtılıyor. Tüm bunlar onun gerçekte kim olduğunun bilinmesini gittikçe daha kaçınılmaz yapıyor. Ama, onun hakkında yazılmış olan milyonlarca belki de milyarlarca kelime onun açığa vurduğu kadar belirsizleşiyor da. Ben bunlar arasında güçlükle yol almaya çalıştıkça gitgide tüm bu birikmiş gerilim yığını tarafından O’nu beli bükülmüş gibi hissettim.

Benim istediğim bu insan, gerçek bir hissedişti. Yaşadığı hayatın tüm karmaşıklığını ve canlılığını istedim. Kısaca Hz. Muhammed’i bir bütün olarak görmek istedim. Yani bu insanı çeşitli amaçlardan oluşan sanal bir mayın tarlasından uzak tutarak dini adanış ve duygusallık ve basmakalıplık ve peşin hükümlülükten de uzak tutarak.

Evimde yüzlerce cilt araştırma kitabı destesi varken bile benim en değerli araştırma gerecim masama iğnelediğim bu tek kelimelik hatırlatma: ‘’DÜŞÜN’’

İslam’ın kritik dönemecini dikkate alalım mesela, 610 yılında bir gece Hz. Muhammed’e olan şeyi...

Mekke’nin oraya gitmişti ve görünen o ki belki de bir iç sükuneti umuduyla o haleti ruhiye içinde en son umduğu şey vahyin, ilhamın kör edici ağırlığıyla karşılaşmaktı. Yani, o gecenin elimizdeki ilk rivayetlerinde beni vuran şey pek de orda ne olduğu değildi. Orda neler olmadığıydı…

Ne olmadı? 

Hz. Muhammed, dağdan, sevinçten havalara uçarak inmedi. ’’Yaşasın Allah’a sonsuz şükür!’’ diye bağırarak dağdan aşağı koşmadı. Nur ve neşe saçmadı. Kendine eşlik eden melekler korosu, ilahi müzik yoktu. Coşku yoktu. Zevkten mest olma yoktu. Altın bir hale sarmamıştı onu ve gelen vahiy, Kur’an’ın hepsi bile değildi. Sadece kısa beş ayet… 
Kısacası, kendisine tepki göstermeyi kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadı. Bu vahiy tecrübesini, dünyevi kişisel hırslarını gizlemek için icat etmiş diye eleştirebileceğimiz hiçbir şey yapmadı. Tam tersi kendisine atfedilen kelimelerle söylersek, ilk başta, başına gelen şeyin gerçek olmadığına ikna olmuştu en iyi ihtimalle, halüsinasyon olduğunu düşündü kendi zihninin kendine oyun oynadığını, en kötü ihtimalle de kötü bir cinin saldırısına uğradığını, belki bir ruhsal varlığın kendisini aldattığını, hatta içindeki hayatı ezdiğini…

Aslında ilk aklına gelen, en yüksek uçurumlardan atlamak ve yaşadığı bu şeyin korkusundan kaçmaktı. Tüm bu tecrübeye bir son vermek.

O gece işittiği kelimelerin kendi içinden mi yoksa dışardan mı geldiğine hangisine inanırsanız inanın görünen o ki, Hz. Muhammed’in bu tecrübeyi yaşadığı kesinlikle açık. Ve bu dünyadaki kendisini algılayış biçimini dönüştürecek bir güçle yaşadığı da açık. Dolayısıyla, bu başlangıçta yaşadığı panik halindeki kafa karışıklığı bu aşina olduğu her şeyden kopuş bu zihnin kavrayabileceği her şeyden daha geniş olan bir güç tarafından kaplanmışlık hissi beni tamamen gerçekmişçesine bir hisle çarpıyor.

Bence, tek akla uygun tepki, böyle bir tepkiydi. Tek mantıklı tepki, tek insanca tepki … Ve bu verdiği tepki, benim Hz. Muhammed’i bir sembol olarak değil fakat bir insan olarak görmemi sağladı.

Bir insan, komplike bir insanoğlu ve hayatının sıra dışı kavislerini takip etmemi ihmal edilmiş yetimden, alkışlanan lidere, ötekileştirilmiş yabancıdan en üst düzeyde benimsenmiş birine, güçsüzlükten güce…

Baştan beri bildiğim bir şey şuydu; bu dikkat çekici hikayeyi adil bir şekilde ele almam gerekiyorsa ve onu sayfalarda canlandırmam gerekiyorsa, o, iyi niyetle / temiz bir inanışla yazılmalıydı. Aslında bunun biraz ironi olduğunun farkındayım. Burada agnostik birisi karşınıza çıkmış, temiz inanıştan bahsediyor. Ancak şimdiye kadar o kadar çok kötü inanışlar oldu ki (akla gelecek her türlü anlamda) biz bunu aşmak zorundayız. Hepimiz…

Dindar veya laik olalım. İnançlı, Ateist ya da ikisinin arasında bir yerde olalım. Sonuçta aşırı uçtakilerin söylemlerinden ve yaptıklarından hepimiz etkileniyoruz. Şimdilerde, dünyanın küçücük bir köşesinde olanlar tüm  dünyada yankı buluyor. Ama ister Tahran’da ister Tel Aviv’de yaşayalım,  ister New York’ta ya da Yeni Delhi’de…

Yine de bir seçeneğimiz var; reddedebiliriz.

Reddedebiliriz derken, öfke ve şüphe tarafından yönlendirmemize izin vermeyi reddedebiliriz.

Onların dar bakış açılarını, çizgi-roman çarpıklıklarını reddedebiliriz...

Onların küçük zavallı akıllarını da…

Bu gidişatı ıslah etmek / ileriye taşımak zorundayız. Bütün yönleriyle. Basmakalıplılığın ötesine,  aceleci kararların ötesine, başörtülerin ötesine…

Hz. Muhammed’i bir bütün olarak görmemiz gerektiği gibi birbirimizi de bir bütün olarak görmeye başlamamız gerekiyor.
İyi niyetle, temiz bir inanışla….





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder